|
Vallahi, Ali Saydam haklı olabilir, hayal kırıklığımda.. Hayaller ne kadar büyük olursa, hayal kırıklıkları da o kadar büyük olur, demiş ya hani eskiler de.. Osman Sınav ve de bugüne dek okuduğum eleştiriler bende öylesi bir beklenti yarattı ki, bunun sonucu mu "Iııh" dedim acaba?.
Sınav aylardır, medyada bir efsane yaratıyor.. 6 trilyonluk bir aksiyon filmi.. Ee.. Sınav'ın parlak bir TV geçmişi var.. O söylüyorsa, doğrudur..
Bir de eleştirmenleri okuyorum, o burunlarından kıl aldırmayan, hiçbir şey beğenmeyen, hele hele Amerikanvari filmlere tilt olan eleştirmenlerimiz de yere göğe koyamayınca, "Tamam" dedim, kendi kendime.. Demez olaymışım meğer..
Film tam Amerikanvari bir baskın sahnesi ile açılıyor. Narkotik polisi, başlarında şef Uğur Polat, uyuşturucu inini basıyorlar.. Gerçekten iyi sahne. Baskında silahlar patlıyor ve içerdeki 6 kaçakçı da öldürülüyor, ama dışarıya 7 ceset çıkıyor. Yedinci ceset, eroin baronu zengin iş adamının.. Onu vuran da, imparatorluğuna göz koyan tetikçisi.. Bir yandan da polise çalışan muhbir. Amacı, uyuşturucu imparatorluğunu ele geçirmek..
Bu tetikçi ardından polis şefi Uğur Polat'ı da vuruyor, evinde.. Karısı ile birlikte.. Ama minik kardeşini kucağına alıp kaçan ilkokul öğrencisi öbür oğlunu, hem de beş metreden yığınla kurşun attığı halde vuramıyor nedense..
Ve de, Türk polisi, yedinci cesedin bir başka silahla atılan kurşunla vurulduğunu, bu kurşunun, şeflerini vuran ayni tabancadan atıldığını bir türlü belirleyemiyor, üstelik ortada polise kayıtlı, resimleri elde bir muhbir varken ilişkiyi kuramıyor..
Ve 16 yıl geçiyor aradan, Uğur Polat'ın narkotikteki yerini, büyüyen oğul Mehmet Kurtuluş alıyor ve komedi başlıyor..
Komedi sözcüğü lafın gelişi değil..
Filmin en dramatik sahnesi.. Komiser Kurtuluş, iş arkadaşı komiser Nida Şafak'a yaşamındaki acıları anlatıyor. Tüm ailesi nasıl öldürülmüş.. Kızın yanağından yaşlar iniyor ve sinema salonunda, sağımızdan, solumuzdan kahkaha sesleri yükseliyor.. Seyirci böyle bir sahnede gülüyorsa, anlayın..
Niye gülüyor peki..
"Nayır.. Nolamaz"dan bu yana, en garip aksanlı bir ses konuşuyor perdede de ondan..
Gözleri sürmeli, kulağı küpeli bir Türk polisi var, filmde.. Ve de aseksüel.. İki kadın var, yanı başında.. Biri meslekdaşı, Nida.. Öteki olayın içindeki Pelin Batu, ikisine de arzuları, duyguları yok.. Cinselliksiz bir tip yani.. Bir de garip aksanla konuşuyor ki.. Bir yerde okudum.. Daha önceki filmlerinde kendisi konuşmamış. "Bu defa kendim konuşuyorum, bu bakımdan, Pars'a ilk filmim diyebilirim" diyor.. Keşke olmasaymış.. Almanya'da doğup büyümüş Kurtuluş'un garip aksanı, tipi itici yapıyor. Seyirci Komiser Atilla'yı sevemiyor.. Tabii sevimsizlikte tek sebep, aksan değil. Kurtuluş'un oyunculuğu da etkileyici değil. Hatta yer yer itici..
Filmin kendisine gelince.. O da bir matah değil..
Hareket eden TIR'ın üzerinde yürümenin aksiyon olduğu devirler çok geride kaldı. Şimdi insanlar, havada bir uçaktan ötekine geçiyorlar.. Bireysel aksiyona gelince, Mehmet Kurtuluş, yıllar yıllar öncesinin Cüneyt Arkın'ının eline su dökemiyor. Onun o zaman yaptıklarının yarısını görmedik, Mehmet'te..
Senaryo inandırıcı değil, yer yer mantıksızlıklar var.. Çekimlerde akılda kalıcı bir şey yok.. Aksiyon deseniz, günümüz için çocuk oyuncağı.. Oyunculuk tam sıradan.. Sorunlara el atma, çok yüzeysel.. Ne mafyanın siyasete dalmışlığı, ne okullara, gençlere yönelik yayılma derinleştirilmiş.. Yüzeysel bir iki sahne hepsi bu.. Haplı seks partisinde cinayet zerre inandırıcı değil, tam zorlama..
O zaman ne var, Pars'ta..
Bana sorarsanız, pek bir şey yok.. Kısa zamanda unutulur gider!..
|
Hıncal Uluç / Nisan 2007
|
|
|
|