|
Dilediğiniz filmi izleyin, ama sakın tarihi filmlerden hele ki Hollywood
filmlerinden öğrenmeyin. Bir de Hollywood filmi izlerken sakın onu Hollywood'un
çektiğini unutmayın. Yoksa Osmanlı tarihini Cüneyt Arkın yani Fahrettin
Cüreklibatur'un akrobatik kung fu gösterilerinde gördüğünüz kadarıyla
öğrenebilirsiniz. Dahası Cüneyt Arkın zaman zaman eleştirilse de, gerçekte
Hollywood ayarında bir yıldızdır. Çünkü Hollywood'un çektiği tarihi ve siyaseti
konu alan filmlerinin hemen her biri Malkoçoğlu ayarındadır.
Cüneyt Arkın'ın çektiği filmlerde canlandırdığı kahramanlar, filmin çekildiği yılların
modasına göre İspanyol paça pantolon giyer ve favori uzatır, traş ise her zaman
sinekkaydıdır.
Ama hiç düşündünüz mü, Kirk Douglas'ın canlandırdığı Spartaküs'ün nasıl da köle
olduğu halde her gün briyantinli saçları ve mükemmel traşı ile savaştığını...
Keza Elizabeth Taylor'un canlandırdığı Kleopatra'nın perçemini hepimiz biliyoruz.
Gerçekten de 60'lı yıllarda perçem pek modaydı. Gerçi Kleoparta'nın başı her
zaman traşlıydı ve kıvırcık saçlı bir peruk takardı, ama varsın olsun, Elizabeth
Taylor herhalde saçını kazıtamazdı.
Aynı şekilde Marie Antoinette Hollywood filmlerinde, daima beyaz peruklu ve güzel
omuzlarını sergileyen tuvatlerle görünür. Gerçekte ise peruğu griydi ve
giysilerin omuzları kapalıydı. Ama onu canlandıranlar omuzlarını saklamazdı.
Hollywood seyircisi, Arapları terörist, Amerikalıları mutlu zanneder. Hollywood seyircisi
Amerikan askerini Rambo gibi bilir. Rambo kafayı sıyırmış bir Vietnam gazisidir.
Ama ABD askeri kafayı sıyırmış bile olsa bütün dünyayı tek başına dize
getirebilir. Bütün düşmanlar fevkalade aptaldır. Kızılderililer de, Ruslar da,
Almanlar da, Araplar da. O kadar ki, babası Libya'da rehin düşen bir çocuk
arkadaşları ile beraber jetleri alıp, Libya'ya operasyona gidebilir. Dahası
Hollywood filmlerinde Amerikalı sporcular herkesi yener. Bilhassa da uzak doğu
sporlarında bütün Çinlilileri, Korelileri ve özellikle Japonları.
Böyle çocukların başkanı da elbette onlara göre olur, ABD başkanları bütün düşmanları
yenerler, hatta uzaylıları bile. Başkan gerektiğinde F-16'ya atlar, gider
uzaylıları yener. Gerektiğinde teröristler ile uçakta çatışmaya bile girerler.
Onlar uzaylıları yendiğinde bütün dünya onlara minnettar olur. Dünya halkı
sokağa çıkıp ABD'lilerin zaferini kutlar.
Bir an için Hollywood'un çektiği tarih ve siyaset konulu filmlerin Türkiye'de
çekildiğini düşünün. Türk cumhurbaşkanı savaş uçağına atlıyor ve gidip
uzaylıları kovalıyor...
Hollywood'da bütün kahramanlar süperdir. Doğa üstüdür. Hepsi insanlığa hizmet eder, insanları
yok olmaktan kurtarır. Onlar özgür bir dünya için yaşar ve savaşır. Dünya
onlarla daha iyidir, daha özgürdür. Galiba sinema sektörleri gerçekten ülkelerin
özlemlerine ışık tutuyor. Tıpkı bütün Amerikalıların ince, erkeklerin yakışıklı
ve kadınlarının alımlı olması gibi. Nasıl filmlerde herkes muhteşem ise, ABD de
fimlerde muhteşem olur.
Bu açıdan bakınca Yeşilçam'a haksızlık edildiği ortaya çıkıyor. Yeşilçam'ı savunmak
da kolay değil, ama yine de Hollywood'dan daha kolay.
Bugün Irak'ta Rambo yok. Aslında olsaydı, belki Irak daha iyi olurdu. En azından üç
haftada bittiği açıklanan savaş, üç haftanın üzerine 54 hafta daha sürmezdi.
Belki Hollywood yöneticileri Beyaz Saray' a ninja kamplumbağalarını, süpermeni,
örümcek adamı ve yarasa adamı ödünç vermeli.
Düşünsenize bütün doğa üstü, süper kahramanların Irak'ta toplandığını. Bir de elbette ABD
başkanı da filmlerdeki gibi F-16'ya atlayıp gidip hain düşmana bomba attığını.
Yetmezse Spartaküs, Tarzan, İndiana Jones da çağrılmalı. Onlar da bir bakıma
Amerikalı. Ama büyük olasılıkla karizmayı çizdirmemek için, görevlerinden
aflarını ister ve geri dönerlerdi. Ama ya dönmelerse...
Düşünsenize Iraklı direnişçilerin bu defa süper kahramanları yakaladığını ve uçarken vurup
düşürdüğünü. Bir de onları kurtarmak için arama-kurtarma operasyonu gerekirdi.
Hollywood demişken;
1959 yapımı Oscarlı başyapıt Ben-Hur filmini dikkatli izleyenler filmin en önemli
sahnelerinden biri olan tören sahnesindeki trampetçilerin kollarına dikkatle
baktıklarında, trampetçinin birinin saatini çıkarmayı unuttuğunu şaşırarak
göreceklerdir. Bu büyük filmdeki gaf sadece bu değildir. İktidardan düşen
Messala'yı ziyarete giden Ben-Hur konuşurken tacı bir ara masanın üstünde
görürüz, ancak bir sahne sonra tac anlamsız bir şekilde ortadan kaybolur.
Bu 'kaybolma' hadisesine sinema dilinde bağlantı kopukluğu deniyor ve maalesef bir
çok önemli filmin başına geliyor. Mesela benzeri bir örnek ünlü Jurassic Park'ta
da var. Filmin ilk sahnesi olan kazıda, Dr. Alan Grant'ın bandanasının bir plan
sonra anlamsız bir şekilde ortadan kaybolduğunu görüyoruz.
Terminatör 2'de ise, bir bara giren çıplak Schwarzenegger (T800), motosikletli
serserilerden birini fırının üstüne atar. Serseri havadayken ocağın yandığını
görürüz ama, serseri ocağın üstüne düştüğünde alev kaybolmuştur.
Ünlü Casablanka filmi de benzeri talihsiz bir gaf ile açılıyor. İlk sekanstaki
satranç oyununda, satranç tahtasındaki atın bir anda gözden kaybolduğunu
görüyoruz. ,
Spielberg'in ünlü filmi Jaws'da ise yine bir saat vakıasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Polis
Şefi Martin Brody karısı ile kumsalda yürürken kolundaki saatin esrarengiz bir
şekilde yokolduğunu görüyoruz!
Yokolmaya son örneği ise bu sene Oscarları toplayan 'The English Patient-İngiliz hasta'
filminden verelim isterseniz: Kahramanımız Kont Almasy, Katharine'e 24 Aralık
1938 tarihli bir mektup yazıyor. Hana bu mektubu yıllar sonra açıp okuduğunda
mektuptaki tarihin silindiğini görüyoruz.
Bu kadar unutkanlıktan sonra isterseniz bir de mecburiyetten dolayı ortaya çıkan,
bir nevi gizlenemeyen hatalara göz atalım. Mesela ünlü 'The Fugitive-Kaçak'
filminin son versiyonunda Dr. Kimble'ın (Harrison Ford) hayatını kurtarmak için
otobüs kazası esnasında ellerindeki kelepçeyi çıkaran yönetmen Andrew Davis, bu
kolaylığını kapatamıyor ve seyirci kaza sahnesi boyunce elleri kelepçeli olması
gereken Ford'u serbest bir halde izliyor!
Stallone'un macera filmi 'The Cliffhanger-Dağcı'da ise uçaklardan düşen bavulların bağlı
oldukları ip uçak patladıktan sonra kayboluveriyor. Filmin yönetmeni Renny
Harlin, oyuncularına acıdığından olsa gerek, kaza yapıp düşen uçak uçurumun tam
kenarında durmuşken, tahliye esnasında daha emin bir mekana çekilmiş olarak
görülüyor! Bir de kısa vadeli gaflar var. Sanki birilerinin gaf yaptığını
anlayıp durumu kurtarmaya çalışması gibi! Araya sıkışıveren ufak çaplı gaflar.
Mesela ünlü 'The Exorcist-Şeytan' filminde Chris park ettiği arabasının yanında
sigarasını yere atar ve ayağıyla ezer, bir sonraki sahnede ise bu sigaranın
esrarengiz bir şekilde reenkarne olduğunu görüyoruz!
Bir diğer ünlü film Kazablanka'da ise Rick (H. Bogart) parmağıyla şarap bardağını
tıklatırken bardak muhtelif fasılalarla viski bardağına dönüşüp durur. Bu
alandaki hatalarda Terminatör 2 rakipsiz gibi görünüyor. İki yokedicinin
karşılaştığı sahnede, kötü Terminatör iyiyi kurşun yağmuruna tutar. Küçük John'u
kucağına gizleyip sırtını dönen iyi huylu T 800 (Arnold), sırtından onlarca
kurşun yarası alır, deri montu delik deşik olur. Az sonra boğaz boğaza kapışan
yokedicilerden T 800'ün sırtını yakın plan gördüğümüzde (zira sırtıyla koca
duvarı yıkar) ceketine hiçbir şey olmadığını farkederiz. Ancak bir sonraki
sahnelerde küçük Connor parmaklarını Arnold'un ceketindeki kurşun deliklerine
sokar. T 1000'in tırla motorsikleti kovaladığı sahne ise bu alanda bulunmaz
malzemelerle doludur. Su kanalına düşen tırın camları parçalanır, ancak az sonra
sadece sürücü kısmında bir çatlak görürüz. Bu çatlak cam da zaman zaman kırılıp
kırılıp düzelir. Yine düşüşü esnasında kamyonun aksları dağılır (zira
tekerlekler farklı yönlere bakıp yamulmuştur) ancak kamyon yola (sağlam şekilde)
devam eder. Küçük John'un motosikletinin döşemesi yönünde tırın tekerleğinin
altına girerken, bir sonraki planda tekerleği yönünde girdiğini, bu durumun bir
sonraki planda yine değiştiğini görürüz. T 1000 hastane kovalamacasında sol eli
ile nişan alır, sağ eliyle ateş eder, sol eliyle şarjör değiştirir! SWAT timinin
kamyonuna arkadan çarpan helikopterin camı tuzla buz olmuştur ama bir sonraki
sahnede cam sapasağlam görünür!
Biraz da entelektüellerin hoşuna gidecek gaflardan bahsedelim. Normal hayatta çok
mantıklı ve zeki görünen Amerikalılar filmlerinde hiç de öyle olmuyorlar. İşte
size Kazablanka filmi: Kahramanımız saatlerce yağmur altında kalmasına rağmen,
trene bindiğinde elbisesi kupkurudur!
Apollo 13'te Nisan 1973'te Lovell'ın kızkardeşi elinde Beatles'ın 'Let it be' albümünü
taşıyor. Oysa bahis konusu albüm bir ay sonra Mayıs 1973'te piyasaya sürülmüştü.
Aynı filmde füzenin fırlatılması yukarıdan gösterilirken, rampanın etrafına
parkedilmiş arabalar görülüyor. Oysa, fırlatma esnasında 3 millik bölgenin
tahliye edildiği herkesçe biliniyor.
Ünlü 'The Godfather-Baba' filminde ise bütün şarap markalarının DOC olduğunu
görüyoruz. Filmin anlatıldığı yıllar olan 1960'lı yıllarda DOC diye bir marka
yoktu. Bu alanda en mükemmel gaflardan biri de yine Kaçak filminde var. Meçhul
katilin Dr. Kimble'ın karısını protez eliyle boğduğunu görüyor ve inanıyoruz?
Herkesin
kalbine taht kuran Forrest Gump ise bu konuda şirin gaflarla dolu. Mesela
Forrest terhis belgesini elinde tutarken bir basket sahasının içinde, üç puanlık
atış çizgisinin üstünde duruyor. Yıl 1970 öncesi. Oysa üç atış çizgisi 1984'te
ortaya çıktı. Jenny, 1984'te ölmesine rağmen Forrest'a USA TODAY gazetesine ait
bir kupür gösteriyor. Oysa bu gazete 1983 yılında yayın hayatına başladı.
Çok
meraklı olanlara bu filmle ilgili 'yok devenin nalı' dedirtecek bir gaf yazalım:
Forrest, filmde Jenny'nin cumartesi günü öldüğünü söylüyor ve mezartaşında 22
Mart 1982 tarihini görüyoruz. Oysa bu tarih cumartesi değil pazara tekabül
ediyor! Brian De Palma'nın enfes filmi 'Untouchables-Dokunulmazlar'ın meşhur gar
sahnesindeki çatışmada, bebek arabası merdivenlerden yuvarlanırken, saatin 3
saniyede 5'den 6'ya çıktığını hayretle görüyoruz.
İşte
gafların en zevkli bölümü: İstenmeyen görünmeler. Bizde olduğu gibi Amerikan
filmlerinde de sık sık istenmeyen görüntüler film karelerine giriyor. Bunlar
genellikle film ekibi ya da techizatı olmakla beraber yabancı maddeler de zaman
zaman görünmüyor değil! Mesela sinemanın ilk başyapıtlarından sayılan D.W.
Griffith'in 1916 yapımı 'İntollerance-Hoşgörüsüzlük' filminde tarihi sahnelerin
birinde yönetmen yardımcısının takım elbiseyle durduğunu görüyoruz.
Dokunulmazlar'da ise Sean Connery'i öldürmeye gelen katilin açık bıraktığı
pencere camından kameraman ve yardımcılarını rahatlıkla farkediyoruz.
Daniel
Day-Lewis'in oynadığı 'The Last of the Mohicans-Mohikanların sonuncusu'
filmindeki şelale sahnesinde ise, şelalenin döküldüğü gölün içindeki dalgıç
farkedilebiliyor. Kaçak'ta Dr. Kimble kaçmak için tünele girdiğinde, yerdeki
suda kameranın yansımasını görürüz. Jurassic Park'ta dinozor mutfağa girerken
bir set görevlisinin kolunu görüyoruz.
Bir
de efekt hataları var. Mesela Terminator 2'de Sarah Connor hastanede çıplak
ayakla koşarken kulağımıza ayakkabı efekti geliyor. Aynı filme Sarah'ın oğlunun
motosikleti 4 zamanlı olmasına rağmen 2 zamanlı sesi çıkarıyor. Serinin ilk
filminde de Terminator, Sarah'nın kapısına iki defa vurmasına rağmen üç vurma
efekti duyuyoruz.
Ve
işte bu yüzden ve bunların yüzünden artık ekranda "The End" yazıyor.
|
http://www.diplomatikgozlem.com/kahvemolasi_oku.asp?id=56
Diplomatik Gözlem
|
|